13 Temmuz 2009 Pazartesi

yedi

ocak gibi soğuktu gülerken
ve günü dondururdu ocak
ve mevsim normallerinin üstünde sevişirdik
gözleri buz maviydi, kuşkusuz
bedeni katalitik çıplak.

şubat
hep doğururdu bir yenisini
ve ben hep eskine aşıktım, üzülürdüm
‘’olmadı!’’ derdi şubat. ‘’olmayacak!’’
ben üzülür
hisli bir giz’in şiirine bürünürdüm.

kedigöz bir asmakatta öyle yalnız
öyle fakir ve bakirdi ki mart
dünyadaki bütün okyanuslar kururdu
bir benim gözlerim ıslak.

bir nisan bir insandır
ayları kırmamak gerek, yıl küser sonra,
bak!
küstü bile.artık senin yaşın 20
benimki 19 olmayacak.

sonra mayıs elbet
ben hep sana gelirdim belki ama
hep beni dövdüler, affet!
gözlerim hep yaşardı, bomba da attılar
sana ağladım oysa ben hep!

faşizan bir haziran darbesiyle gittin
oysa birlikte alacaklardı bizi -aynı davadan-
ve birlikte direnecektik sarılarak
bilhassa dokunmadan.

herneyse

temmuz 31 çekiyor
dön artık...

Eren Okur

13 Temmuz 2009

doğu düşü

gökyüzünü aşındıran pirenevalelerle bir başka ruha bürünen ay
bir başka evrene tapacağı güne kadar güneşe tutsaktır, o halde
galaksiler arası bir diplomat olan beni benden ayrı yapan şey
bir gülün kendi dikenine duyduğu nefret kadar çirkin
ve bir o kadar elzem
ve kavuştaktır.

ve havvaya elma tadı veren tanrı,
ve ruhyüreklere freud olan sanrı
uykusunu bölerken gecenin o hep
ve hiç parlamayan yıldızların kaydığı
bir kaydıraktan ibaret düş
her düşüşte bir başka sürtünüş..

e aşk bu, iri kıyarsın kimi zaman bu çoğu zaman
nefretin ipini gerersin ve gergefi gece olan
hiç bir periyi ben öldürmedim, kıyamam.

içeride birine yazıp çıkacağım
toprak henüz hazır değil beni beslemeye
ben ölmedim ve doğmadım
geometri derslerinden kaçmıştım oysa, fakat
bir ışının, yani başı olan sonu olmayanın
dünyaya uğramasıydı aşk
uğratanın aaamına koyayım!